BUDAPEŞTE

(6 kez gittiğim ilk kez gördüğüm şehir)

Nasıl oluyor diye düşünüyorsunuz, değil mi? Altı defa gidilen ama gezilemeyen bir şehir nasıl olabilir?
Belgesel kameramanı olunca doğal olarak çok fazla seyahat ediyorsunuz. Ancak gittiğiniz yerleri vizörün arkasından izlemek, orayı gezmek veya görmek anlamına gel-e-miyor. İşinize odaklandığınız için doğru kompozisyon, estetik ve teknik konular nedeniyle dikkatinizi işe vermek zorunda kalıyorsunuz. Böyle olunca da, gittiğiniz yerleri sadece bakıyor ama gerçekten görmüyorsunuz...

Yine bir Nisan ayı ve yine bir seyahat planımız var: Budapeşte'ye yolculuk.

İzmir'den sadece bir buçuk saat süren bir uçuşla, Macaristan'ın başkenti Budapeşte'ye varıyoruz. Hızlı lerleyiş devam ediyor. İnanılmaz bir hızla, neredeyse 15-20 dakika içinde pasaport kuyruğu ilerliyor ve işlemlerimiz bitiveriyor. Elimizde dönüş uçak biletlerimiz ve otel rezervasyon bilgilerimiz olmasına rağmen, bunları talep etmeyen neşeli bir memur, yüzündeki "hoş geldiniz" gülümsemesiyle pasaportlarımıza giriş damgalarını vuruyor.

O kadar hızlıyız ki valizler henüz atlıkarıncaya (bavul bandına) bile gelmemiş! Hızlı geçen pasaport kuyruğunun aksine, uzun uzun valiz bekliyoruz.

Dakikalar sonra, valizler elimizde dışarı çıkıyoruz.

Kapıdan çıkınca sola baktığımızda, taksi durağının hemen arkasında 100E numaralı belediye otobüsünün bizi merkeze götürmek üzere beklediğini görüyoruz.

Otobüse binmeden önce sarı yelekli görevlilerden hem ulaşım bilgisi alabiliyor hem de bilet satın alabiliyorsunuz.

Merkeze en hızlı ve en uygun fiyatlı ulaşım 100E olunca, haliyle epey kalabalık oluyor.

(İlk Budapeşte seyahatim, neredeyse 24 saat bile sürmeyen kısa bir geziydi.
2006 yılıydı; navigasyonların oldukça pahalı, akıllı telefonların ise henüz yaygın olmadığı zamanlar... İnternetten, İngilizce belgelerle oluşturduğumuz rota üzerinde, küçük lokal haritalar yazdırmıştık.

Araba ile otelimizi ararken, bir yandan elimdeki haritadan cadde ve sokak isimlerini takip ediyor, bir yandan da aracı kullanan arkadaşıma okumaya çalışıyordum. Gelin görün ki, arabada dört kişi, ne elimizdeki haritadaki ne de yoldaki sokak ve cadde isimlerini doğru düzgün okuyabiliyorduk! Araç hareket halindeyken daha algılayamadan adresi kaçırıyorduk.

Hepimiz bir yandan okumayı yeni öğrenen çocuklar gibi heceleyerek isimleri telaffuz etmeye çalışıyor, bir yandan da kahkahalarla gülüyorduk. Ancak adresi sürekli kaçırıyorduk! Bu hikâyeyi Ayşegül'e anlatınca beni hemen anladı: Gerçekten de, daha algılayamadan geçtiğimiz cadde ve sokak isimleri arkamızda kalıyordu.)

İlk Budapeşte seyahati anımı Ayşegül’e anlatınca yol boyunca ne demek istediğimi çok iyi anlamıştı .

Trafiğin çok sıkışık olmadığı bir zamana denk geldiğimiz için, yarım saat sonra şehir merkezindeki son durak "Deák Ferenc tér M"de iniyoruz.

5-10 dakikalık bir yürüyüş ile otele ulaşıyoruz.

. Otele yerleştikten sonra, ilk işimiz hemen otelin bitişiğinde bulunan Zincirli Köprü'ye (Chain Bridge / Széchenyi Lánchíd) gitmek oluyor. Hava soğuk olsa bile güneş içimizi ısıtıyor.İki yanında ihtişamlı aslan heykelleri bulunan bu tarihi köprüyü geçerken, bir yandan da cep telefonumuzdan hikâyesini okuyarak ilerliyoruz.
Köprü, 1849 yılında Tuna Nehri üzerine inşa edilen ilk kalıcı köprü olma özelliğini taşıyor. Şehrin Buda ve Peşte yakalarını birbirine bağlayan bu ikonik köprü, Budapeşte’nin simgelerinden biri. Köprünün yapımını Macar aristokrat István Széchenyi desteklemiş ve tasarımı İngiliz mühendis William Tierney Clark'a aitmiş.

Bir rivayete göre, köprüdeki aslan heykellerinin dilinin olmadığı fark edilince heykeltıraş büyük bir utanç yaşamış ve intihar etmiş. Ancak bu hikâye şehir efsanesi; aslında heykellerin dili var ama belirli bir açıdan bakıldığında görünmüyor.

Başta, yolu kapattıklarını görünce "Biz geliyoruz diye mi kapattılar acaba?" diye düşündüm. Ama değilmiş! O gün, Budapeşte'de her yıl düzenlenen Critical Mass bisiklet etkinliğinin zamanıymış.

Onlarca değil, yüzlerce bisikletli köprüye akın etti ve bizimle beraber karşıya geçmeye başladılar. Şehirde araç trafiğine dikkat çekmek ve bisiklet kullanımını teşvik etmek için yapılan bu dev organizasyona denk gelmek büyük bir şans oldu.

İşte o anda anladım:
( Bizi karşılamak için kortej yapmamışlar, bu bir bisiklet bayramıymış! )

Kaleye çıkmak için Feniküler var. Bilet sırasına girmeden önceden bilet alabilirsiniz. www.bkv.hu sitesinden detayları alabilirsiniz. E-biletinizi alsanız bile feniküler’e binmek için yine bekleyebileceğinizi unutmayın. (Tarihsel ve görselliği cezbedici ama çok kalabalık olduğunu çekim için bindiğim için biliyorum. Zaten bir buçuk dakika süren yolculuk için kamerayı kabine yerleştirmiş ve kabindeki birçok kişinin görüşünü engellediğim için bir hayli kulağım çınlamıştı (!). İzinli olduğum ve özel olarak görevliler ile bindiğim için de direkt bana bir şey söyleyememişlerdi., onların şanssızlığı diyelim. )

Köprüyü geçiyor karşıya -Peşte’ye- ulaşıyoruz ama dakikalardır bisikletliler geçmeye devam ediyor.

Size tavsiyem 4.000 forint (yaklaşık 10 euro) vermeyin. Siz “Balıkçlar Tabyasına doğru yavaş yavaş yürüyün. Oradan yürüyerek kaleye gelebilir ve sonra kalenin bahçesinden merdivenlerden inebilirsiniz. Tam tersi yöne gidip buda kalesi bahçelerinin içinden Kale’ye çıkıp sonra aksi yöne de gidebilirsiniz.

Yol Boyunca Peşte sizi güzelliği ile selamlayacak, sıkılmayacaksınız merak etmeyin.

Balıkçılar Tabyası'na giderken Ayşegül, gördüğü manzara karşısında Budapeşte'yi sevmeye başlıyor.

Ancak merdivenlerde bizi karşılayan üzücü bir hikâyesi ile 'Peter Mansfeld' için yapılmış heykel karşılıyor. 1956'da Macar Ayaklanması'nda henüz 16 yaşında iken Sovyetlere karşı savaşan, yakalandıktan sonra idama mahkûm edilen, yaşı elvermediği için iki yıllık mahkûmiyet sonrası 18'ine bastıktan bir süre sonra idam edilen Mansfeld'in heykeli…"

Ayşegül bir yere gittiğimiz de daha çok bana güvenir ve nereye gittiğine pek dikkat etmez ama planları görünce dikkatle inceler. Görülmesi gereken yerleri gezerken bana hatırlatır.

Macaristan’ının kurulmasında rol rol oynayan 7 kavmi simgeleyen 7 kulenin yer aldığı ve etkinliklerin yapıldığı bu meydan Tuna Nehri ve Peşte manzarası için harika bir yerleşke.

Barlar ve kafelerin yer aldığı meydan da biz de “Latin dansları” etkinliğine şahit oluyoruz.

Ayrıca renkli kiremitleri ile Matthias Kilisesi Meydan da yer alıyor.

Gösteri sonrası yavaş yavaş kaleye doğru ilerliyoruz

Yol üzerinde Avrupa’daki tek orijinal Houdini eseri koleksiyonuna ev sahipliği yapan binanın önünden daha önceleri çekim için araba ile geçmişliğim vardı.

Müzeyi ilk defa fark ettim. Giriş biraz pahalı 13 Euro, ama merakınız varsa tavsiye ederim.

Restorasyon çalışmaları edeniyle inşaat halinde olan alandan geçip kalenin bahçelerine ve müze olarak kullanılan binasına ulaşıyoruz. Matthias Çeşmesi, Budapeşte’nin Buda Kalesi'nde, adeta tarihle suyun buluştuğu yerlerden biri! Bu çeşme, 14. yüzyıldan kalma ve adını Macaristan’ın ünlü kralı Matthias Corvinus’tan alıyor.

Peşte manzarasının da biraz tadını çıkardıktan sonra yavaş yavaş yaklaşan gün batımı nedeniyle soğuyan havaya rağmen kalenin bahçesine doğru ilerliyoruz.

Bahçeden geçip kaleden çıkış yapıyoruz.

Artık yorulan ayaklarımızı dinlendirmek acıkan karnımız doyurmak için acilen geldiğimiz zincirli köprüye doğru ilerleyip karşıya geçiyoruz yeniden.

Peşte tarafı daha turistik bir alan ve yiyecek seçeneği daha fazla. Bizde öyle yapıyoruz.

Güzel bir yemeğin üzerine tatlı niyetine “Buda Kalesi” manzarasını bir süre izledikten sonra artık ilk günü bitiriyoruz.

Güneş bugün de bizi sevecek anlaşılan. Pırıl pırıl bir pazar sabahı. Zincirli köprü araç trafiğine kapatılmış, yayaları bekliyor

Sanırım köprü araç trafiğine kapanınca tüm yayalar hemen yolun ortasına gidip -en iyi perspektif noktası olduğunu düşündükleri için olsa gerek- fotoğraf çekiyorlar.

Böyle zamanlarda kameraman olmuyorum. Açı aramayı, estetik kaygıları bir yana bırakıyorum. Sevmesem bile orta noktadan illa bir özçekim almak lazım artık. ( ( ( Güneşe rağmen hava soğuk yada biz -özellikle ben- çok üşüyoruz yine. Fotoğrafa daha sonra bakıp bizim solumuzdaki fotoğrafın sağındaki sporcuyu şortlu görünce yine üşüyorum. )

Soğuk havanın etkisi ile havada pus yok, pırıl pırıl. Güneşin konumu bulutlar ve manzara hazır. Bir kaç fotoğraf daha almak lazım ama kendimi kaptırmadan. Sonra kendimi kaybediyorum ve akan hayatı ekrandan izlemeye çalışıyorum. “Seyreyle gözüm” diyerek solumuzda Tuna olduğu halde ilerliyoruz “Parlamento Binasına”. İlk durak hemen kıyıdaki buruk hikayesi ile “demir ayakkabılar”olacak.

Anıt, ihtişamlı "Parlemento Binası’nın” neredeyse önünde mütevazi bir şekilde yer alıyor

Budapeşte Parlamento Binası'nın kuleleri ve çatısı, Neo-Gotik tarzda inşa edilmiş. Sivri kuleler ve detaylı süslemelerle dikkat çekiyor. Ana kubbesi Macaristan'ın kuruluşunun 896. yılına ithafen 96 metre yüksekliğinde.. Kırmızımsı kiremitlerle kaplı çatı ve yapının zarif silüetine eşlik edince hayran hayran izliyoruz.

27 kapısından bir tanesi nehre Bakan cephesinde. Aynı zamanda ziyaretçi girişi yer alıyor ama biz “Avrupa Birliği vatandaşı olmadığımız için” girişe kişi başı 16 Euro vermemiz gerekiyor. AB vatandaşları için is %50 indirimli. Kendimizce bu ayrıma tepki gösteriyoruz ve -istememize rağmen- bilet almıyoruz. Sadece çevresini gezmekle yetiniyoruz

Bahçesinde tüm kompleksin bir minyatürünü görebilirsiniz

Parlamento binasının çevresini gezerken ister istemez düşünüyoruz. Düşündüklerimizi dillendiriyoruz ama yazıya dökemiyoruz. Siyasete girip söylenecek yazılacak o kadar çok şey var ama tasarruf tedbirleri nedeniyle (!) kelimelerimden de tasarruf etmeliyim. Çünkü unutmayalım, “tatiiil” (bknz. Belçika yazıları)

Bu kez geldiğimiz yönün aksine ve nehrin kıyısına değil sokak aralarına yeniden dalıyoruz .

Bianaların içini merak ediyoruz ama göremeyeceğiz ne yazık ki.

Estetiği bozan bir klima veya çanak anten hiç mi olmaz? Olmuyor işte, yok..

..tabela da yok.

Troleybüs. İzmir’in troleybüslerini özledim. Mavi renkli olan Mithatpaşa caddesi, kırmızı renkli olanı Hatay Caddesi’nde çalışırdı. Şimdi Pek çok Avrupa kentinde hala görüyorum. Hatta artık sürekli boynuzları ile yukarıdan aldıkları elektrikle çalıştığı gibi zaman zaman boynuzlarını otomatik indirip “şarjlı” olarak yol devam ettiklerine şahit oldum.

Yine mi? Algıda seçicilik. İster istemez televizyon ekibi ile karşılaşıyorum. Bizim de hala kullandığımız kamera değil mi o? Ses yok mu? Kafamda sorular ama…  “Tamam tamam geliyorum Ayşegül, oyalanmıyorum”

2. Dünya Savaşı’nda hizmet veren Sovyet Askerline adanan bu dikilitaş klasik orak ve çekiç sembolüne rağmen komünizm çöküşünden sonra bile meydanda yerini almaya devam ediyor. Buradan itibaren kafe ve restoranların bulunduğu “6 Oktober Utca” boyunca yürümeye başlıyoruz. St.Stephan’s Basalica’ya ilerliyoruz.

Kim ne derse desin bilmem ama bize göre şehrin neredeyse her yanına dağılmış tüm heykeller kenti daha da güzelleştiriyor.

Sokağın başından Basalica’yı görüyoruz. Sağlı sollu kafe ve hediyelik eşya dükkanları olan sokak ve meydan tipik turistik bir alan

Cephesinde "Ego Sum Via, Veritas et Vita" (ben gerçeğin ve hayatın yoluyum) yazısı dikkat çekiyor. Meydandaki kafelerin birine oturup https://en.wikipedia.org/wiki/St._Stephen's_Basilica internet sayfasından hem bilgileri okuyoruz hem kahvelerimizi yudumluyoruz. Yorgunluk atmak ve tazelenmek için bir yerler aradık ama kalabalık bizi şaşırttı. Her yer kalabalık. Bir yer bulup iliştik. Fiyatlar biraz normal üstü. Kalabalık nedeniyle servis yavaş. Üstelik güneş gidip gölgede kalınca hareketsizlik nedeniyle biraz da üşüdük. Keyifsiz bir mola oldu. Keyiflenmek ve ısınmak için harakete / yürüyüşe devam. Son noktamızı “Kahramanlar Meydanı” olarak belirliyoruz. Yaklaşık 2.5-3 km yürümemiz gerekecek ve yol üzerinde “opera binası” listemizde. Çan kulesine son bir bakış meydandan ayrılmadan.

9,5 tonluk dev kilise çanına ev sahipliği yapan Bazalika’nın çan kulesi yükseklliği 96 metre. Parlamento binasının da en yüksek noktası 96 metre. Bu şekilde din ve devlet işlerinin aynı öneme sahip olduğunu betimlemeye çalışmışlar.

Yolumuz üzerinde “Macar sokak lezzeti, Langos” dükkanı ve önünde uzayan kuyruk ama yerimiz yok ne yazık ki.

Daha önceleri tatmıştım. Çekim için orada bulunduğumuz da bize aynı zamanda rehberlik eden danışmanımız bize “kızarmış ekmek üstü peynir ve diğerleri” diye tanımlamıştı. Tadına bakınca bana göre “pişi üzerine peynir ve türevleri veya pizza hamuru yerine pişi hamuru” diye tanımlayabilirim. Sıcak sıcak tüketirseniz çok güzel.

Langos yerine Ayşegül’ün Prag’dan favorisi tatlımsı hamuru ve tarçınla sevdiği “Termek”. İçi yumuşak üstü çıtır tarçın veya benzer baharatlarla yenilen bir tür kurabiye.

Sağlı sollu lüks mağazaların ve etkileyici binaların bulunduğu “Andrassy Üt” boyunca yürüyoruz. ( Kurabiye canavarı olan Karım, sanılanın aksine lüks mağazaların vitrinlerine bakmak , içlerini gezmek yerine binaların ihtişamını görmek ve elindeki Termek’i yemekten daha çok memnun)

Macar Opera Binası da bu cadde üzerinde yer alıyor

Kahramanlar Meydanı dönüşünde daha geniş zaman ayırmayı planlıyoruz.

Mimarideki detaylara takılıyoruz ve zor ayrılıyoruz oradan.

Opera binasının biraz uzağında “Terör Müzesi” var ama onu gezmeyi moralimizi bozmayı düşünmüyoruz.

Yolun sonunda ise hedefimiz “Kahramanlar Meydanı”.  Yürümeyi sevmemize rağmen metroya da binmek istiyoruz.

 

Hemen girişte bulunan sarı biletmatiği kullanıp biletlerimizi alıyoruz.Hemen girişte bulunan sarı biletmatiği kullanıp biletlerimizi alıyoruz.

Gideceğimizi yönü ve ineceğimiz istasyonu bulmak için haritaya bakana dek “sarı metro” gidiyor ama birkaç dakika sonra diğeri geliyor.

İşte “Kahramanlar Meydanı”.Balıkçılar Tabyası’nda Macaristan’nın kurulmasında önemi olan yedi devleti temsil eden çadıra benzeyen kuleler...

Meydanda ise bu yedi devletin Reisleri ve diğer önemli Macar ulusal liderleri  yerini almış. 

https://en.wikipedia.org/wiki/Heroes'_Square_(Budapest)

Ayrıca meydanın sağında ve solunda “Sanat/Etkinlik Salonu ve Güzel Sanatlar Müzesi”  yer alıyor.

Meydanı gezdikten sonra yorgunluk atmak ve aldığımız kartpostalları yazmak için bir kahve molası veriyoruz.

Kışın alanın arkasında kurulan kocaman bir buz pateni sahasına bakan Cafe'yi seçiyoruz.

Oğlumuz Arda ve Arkadaşı Lisa’ya aldığımız kartları yazıyoruz. (Arda Oğlum ve Sevgili Lisa, bakın kartları aldık ve yazdık. Olur da posta da kaybolur gelmezse soldaki kart Lisa’nın sağdaki Arda’nın. Ona göre)

İçeride düşünüyorduk. Acaba nereden nasıl postalarız diye. Sürpriz cafe den çıkışta tam önümüze bir posta kutusu çıktı. (Arda, Lisa. Bakın ispatı biz kartları postaladık. )

Meydanın arkasında “Vajdahunyad Castle”.

Giriş ücretsiz. Bahçesini gezmek yetiyor bize. Bu küçük kalenin adını birbirimize söylemeye çalışırken yorulduğumuz kadar yorulmadık bahçesini gezerken

Yavaş yavaş ünlü Budapeşte hamamlarından bir diğerine doğru yürüyoruz. Hamama girecek terleyecek halimiz yok. Bi arkadaşa bakıp da çıkmak istemediğimiz için binanın etkileyici dışını ve çevreleyen parkı dolaşıyoruz.

Planımız Barlar sokağı denen “Szimpla Kert”. Gün batımında orada olmak. Yine “Andrassy Üt” boyunca yürüyerek geri dönmek. Çünkü Ayşegül opera binasının içini merak ediyor. Akşama temsil olacak. Bilet olsa Ayşegül çok severdi ama şimdi en azından binanın içini görmek istiyor. Kalabalığa karışıp içeri girdik. En azından girişini görelim.

Şık izleyeciler içerisinde turist olduğumuz çok belli olacak ki kaçamak bakışlar bizi, biz ise tavanları süslemeleri izliyoruz. Sizlere iyi eğlenceler deyip dışarı çıkıyoruz.

Gün Batımına doğru planımız “Kazinczy Utca” deki “Street food” sokağı ve hemen yanındaki “Szimpla Kert” barlar sokağı. Gece hayatını sevmiyoruz ve mekanlarda pak dikkatimiz çekmiyor ama hemen yanındaki sokak lezzetlerinin olduğu bir mekana gidip hemen yanındaki bu mekana gitmememe olmaz artık

Gün batımına yakın “Street food” mekanına ulaşıyoruz.

İki bina arasında sıra sıra yeme-içme karavanlarının sıralandığı temiz ve açık hava olmasına yemek ve içecek kokularının hakim olduğu bir yer.

Bir kaç yerel yemek dükkanına bakıyoruz. zaten sayısı az daha çok fastfood tarzı yerler. Fiyatları bizi şaşırtıyor, çünkü dışarıdan daha pahalı buluyoruz.

Fiyatlar sanki dışarıya göre daha pahalı geldi bize

Arda ve Lisa için mekan tespitinde de bulunduk.

Ya biz çok aç değildik ya da yemekler bizi çekmedi. Kafamıza göre bir yer bulamadık. Hemen yanındaki Szimpla bakalım neymiş?

Girince karartılmış bir atmosfer, ağır kokular her mekanın birbirine karışan müziği ve henüz erken olacak ki sakin boş masalar ve tenha sayılabilecek sokakla karşılaşıyoruz.

Zaten 3-5 adımda bir uçtan bir uca bitiverdi. Eeee, biz bir şey anlamadık? Bu tür hatta daha güzel mekanlar Türkiye de var. Yok arkadaş burası bizi açmadı. Biz müsade isteyelim.

Artık kararan hava nedeniyle kalabalıklar dağılmış.

Yoğun trafik bile yerini normal bir akışa bırakmak üzere

Omuz omuza gezdiğimiz meydanlar boşalmış.

Sadece turistler sanki dışarıda.

Manzaranın ve yemeğimizin tadını çıkararak güne veda ediyoruz.

Sabah otelimizin duvarındaki sanat eserine yine merhaba deyip kapının önündeki heykele günaydın diyoruz.

Kapının önündeki ressam Amca’dan başlamak üzere herkese “günaydın “ diyoruz.

Kentin hemen her yerinde çok güzel heykeller keyif veriyor bize.

Kimi Shakespeare olup bize selam veriyor.

Kimi yaramaz :)

Kimi Modern yaramaz.

Dert dinlemek için boş sandalye nin dolmasını mı bekliyor, sandalye da oturan gitmiş ama onun anlattıkları etkisi ile hala elinde kalemi bir romantik mi acaba?

Mitlerden fırlayan figürler.

Gazete dağıtan çocuk.

Köpeği ile oynayan Kız. Neredeyse ker köşede, her meydanda ilginç, güzel onlarca heykel vardı; hepsini çok sevdik.

Rotamız “Vaci utca”dan ilerleyerek caddenin sonunda bulunan “şehir pazarına” veya “central market hall of Budapest” ‘e doğru ilerliyoruz.

Kalabalığın en yoğun olduğu yerlerden biri.

Eğer hediyelik ve küçük hatıralıklar almak isterseniz uygun fiyatlı ardağınızı bulabileceğiniz hatta karnınızı da uygun fiyatla doyurabileceğiniz birkaç mekanda alanda bulabilirsiniz.

küçük hediyelikler için gezmenizi tavsiye ederiz.

Çocukluğum boyunca anlam veremediğim danteller. Annem her şeyin üstüne örterdi. Sehpalar, koltuklar ve kıyı köşe hala dantellidir hatta..

Üst kat hediyelikler ve 1-2 restorana ev sahipliği yaparken alt kat daha çok manav ve şarküteri ürünleri sergileniyor.

1 Macar forintini yaklaşık 0.11 TL. varın siz hesaplayın fiyatları.

1 macar forinti 0.0025 Euro

1 euro 404 forint

Macaristan’nın enflasyonu bizim gittiğimiz 2024 yılı için çoook yüksek %4,60 yıllık idi. tabi resmi (!) rakamlara göre

Ülkenin biberi ünlü . Toz biber veya kırmızı biber ürünlerinin türevleri çok popüler.

Pazar’dan çıkıp “Rokoczi ut” caddesini takip ediyoruz.

Görkemli binalar ve “neden biz bakamadık?..” serzenişleri ile yol boyunca ilerliyoruz.

Gözlerimiz yollardan çok binalarda.

Kimi bina girişi gösterişli,

kimi bina sade ama yine de gösterişli.

kalabalık trafik hiç bitmiyor ama yaya yürümenin faydaları.

Trafiğe aldırmadan mimariyi izlemek en keyiflisi..

Caddenin sonundaki hedefimize ulaşıyoruz.

“New York cafe” diye pek çok sitede okuduk. Ayşegül cafeleri çok sever. Gitmesek olmaz dedik.

Önündeki kuyruğu görünce tüm hevesimiz kaçtı. Pek anlam veremediğimiz giriş kuyruğunda beklemeye hiç niyetimiz yok. Caddeler, sokaklar bizi bekler.

Anıtlara, heykellere baka baka şehri soluyoruz.

Gün batımına dek tadını çıkarıyoruz akşam yemeği zamanına kadar.

“Ah bir zengin olsam” diye oturuyoruz yemeğe. Sağlık, gönül zenginliği en büyük varlık diyerek keyfini çıkarıyoruz anın.

Akşam yemeği sonrası aldığımız enerji ile şehirde bir tur daha atıyoruz.

Gerçekten çok güzel düşünülmüş kokteyl isimlerinden oluşan bir kokteyl seçmek kaldı artık son olarak.

Bilime katkı veren ünlü Macar bilim insanlarının ismini taşıyan kokteyller,

onlara bir saygı duruşu gibi.

Fiyatlar 10-15 euro arası değişiyor.

Güzel bir sunum ile ikram ediliyor.

Dönüş günü sabahı 100E numaralı havaalanı otobüsümüzde alıyoruz soluğu.

Alanda dönüş için tüm bilet işlemlerinin tamamlayınca biniş kapısının bulunduğu salonda bir yolcunun keyifli piyano resitali ile uçak saatimizi bekliyoruz. Kendimizi yabancı hissetmediğimiz Macaristan’a , Budapeşte’ye veda ediyoruz.

Next
Next

Dubai